Saturday, May 17, 2008

son post

küçük ve saçma bir sorun yüzünden bir daha yazmayacağım bu blog'a "elveda" demek istiyorum.. artık boşvernist ile bu blog'dayız: http://kontrasakal.blogspot.com/

Thursday, May 15, 2008

ara?

üç aylık küçük bir aradan sonra tekrar bu blog'umsu yere yazmaya başlamış olmamın nedenini ben de bilmiyorum. ama zaten neden ara verdiğimi de bilmiyorum. bu yazıya "hatta neden yaşadığımı bile bilmiyorum" diyip devam edebilirdim, yanlış da olmazdı hani. ama aşırı felsefik geldi küçük beynime. üff.

şimdi bu yazıyı yazıp da ondan sonra üç ay daha hiçbir şey yazmayabilirim. hatta üç, beş, yedi derken farka gidebilir. üst oynamak lazım.

tanrım. kendimden bıktım.

Thursday, February 28, 2008

deniz inekleri


atı, ayısı falan varken ineğinin olmamasına şaşılırdı zaten. aman tanrım, kafiyeli oldu.

zavallı hayvanlar bu deniz inekleri. doğru dürüst akrabaları bile yok şu alemde. bilimadamları 600 milyon kadar yıl önce dört ayaklı kara memelilerinden evrildiklerini düşünüyorlarmış, "herkes gider mersin'e, biz gidelim tersine" demişler herhalde. ne bileyim, evrim sudan karaya doğru olur genelde. en yakın akrabaları da fillermiş bu arada.

resimde de görüyorsunuz, şeker şeyler. çirkin ama sevimli sayılırlar. yine de gerçeğiyle karşılaşınca ne kadar sevimli gelebileceğini tahmin etmek güç, çünkü bu hayvanlar ortalama 400-550 kg ağırlığında (bazı kaynaklarda 600 olarak da geçiyor) ve 3 metre boyunda... görsem korkup kaçardım herhalde, insanlara bir şey yapmadıklarını bildiğim hâlde. sanırım şiir yazasım var bu gece. üff, konudan sapıyorum ikide bir.

ne diyordum, görsem korkup kaçardım. fakat büyük ihtimalle başaramazdım -tabî beni takip ediyorsa- çünkü bu hayvanlar ortalama 5-8 km/saat hızla yüzüyorlar. devasa cüsselerine göre yavaş olsa da benden daha hızlı yüzdükleri kesin. neyse, konu ben değilim. ayrıca 60 yıl kadar yaşıyorlar, ben o kadar yaşar mıyım, emin değilim. neden kendimi sürekli deniz inekleriyle karşılaştırıyorum ki?

hayatları oyun oynamak, yüzmek ve balık yemekle geçiyormuş deniz ineklerinin. başka neyle geçecekse zaten. savaşmak, bürokrasiyle uğraşmak ya da okula gitmek gibi kötü alışkanlıkları yok. (adeta toplumsal mesaj veriyorum bu arada, gözden kaçmasın). günde de ortalama 50 kilogram balık yiyorlarmış. afiyet olsun.

metabolizmaları çok düşükmüş, düşük sıcaklıklara adapte olamıyorlarmış, 25 °C'nin altındaki sıcaklıklarda yaşamaları pek mümkün olmuyormuş. çok yavaş oldukları için deniz taşıtlarından kaçmaları pek mümkün olmuyormuş, bazı taşıtların pervaneleri yüzünden bir sürü deniz ineği ölüyormuş. suların kirliliği de ölmelerinde bir başka etkenmiş. soyları da tükenme tehlikesiyle karşı karşıyaymış. yazık.

çoğunluğu orta amerika ve batı afrika sularında yaşadığı için bu hayvanları çıplak gözle görme imkanımız sıfıra yakın olsa da, kendileri hakkında daha fazla bilgi edinmek ve daha fazla resim görmek için güzel siteler mevcut. örneğin http://www.manatees.net/ bunlardan birisi.

ayrıca, yukarıda yazdığım gibi, bu şirin hayvanların soyları tükenmekte. bunun önüne geçebilmek ve insanları bilinçlendirmek için save the manatee club isimli bir web sitesi de mevcut. bu siteden de birçok bilgi edinebilir, bağışta bulunabilir ya da bununla da yetinmek istemiyorsanız bir adım daha atıp facebook'taki profil resminizi bir deniz ineği resmiyle değiştirebilirsiniz. tamamen size kalmış.

Wednesday, February 27, 2008

all your base are belong to us



in a.d. 2101
war was beginning
captain: what happen?
mechanic: somebody set up us the bomb.
operator: we get signal.
captain: what!
operator: main screen turn on.
captain: it's you!!
cats: how are you gentlemen!!
cats: all your base are belong to us.
cats: you are on the way to destruction.
captain: what you say!!
cats: you have no chance to survive make your time.
cats: ha ha ha ha....
captain: take off every 'zig'!!
captain: you know what you doing.
captain: move 'zig'.
captain: for great justice.

ne: japon video oyun firması toaplan, sega mega drive için bir oyun yapar: zero wing. zero wing'i diğer atari oyunlarından ayıransa iğrenç derecede kötü olan ingilizcesidir* (o zamanlarda google olsa google translate'e sokmuşlar falan denirdi herhalde, konuyla alakasız olsa da 1960'ta google nasıldı sorusunun cevabı için tıklayın). işte bu kötü ingilizce içeren oyunun -ki yukarıda da görülebilir- günümüzde ünlenmiş metni "all your base are belong to us"tır.

* iki tane parantez açmamak için yıldız koydum; bu kötü uzak doğulu ingilizcesine l harfini söyleyemeyip r'yi de, l'yi de r gibi okudukları için "engrish" deniyormuş, gramerde de bir sürü hata var tabî, "how often does the bus run?", "let's enjoy your life" tarzı şeyler.

ne zaman: 1989 yılında, henüz ben bir yaşında ya da değilken.

nasıl: peki bu "all your base are belong to us?" nasıl ünlenmiş? "all your base are belong to us" 1999 yılına kadar bir şehir efsanesi olarak anlatılagelmiş, ancak bu yılda Scarface350 nick'li birisi bunu bir internet fenomeni hâline getirmiş. sitesi falan bile var.

nerede: site şu adreste: http://allyourbase.planettribes.gamespy.com/
önce ilk videoyu izlemenizi tavsiye eder, üçüncü ve son video olan zero wing rhapsody'de gece gece evdeki herkes uyurken kahkahalar atmamak için kendimi zor tuttuğumu (hatta zaman zaman tutamadığımı) belirtmek isterim. bohemian rhapsody'yi bilmiyorsanız son videodan pek bir şey anlamayacağınızı da.

niye: niyesi mi var? eheh.

kim: yukarıdaki fotoğrafta görülen adam cats, tarihte ilk defa "all your base are belong to us" demiş olan kişi, kötü adam. onun huzurunda eğilin! all hail the cats! (ne de olsa engrish konuşuyoruz)

sonuç: ben beceremem bu 5n 1k işini.

(bu arada, "zig" ne ya?)

Sunday, February 24, 2008

black sabbath albümleri

black sabbath. heavy metal'in kilometre taşı. bu blog da bu gidişle mp3 blog'u falan olacak ama neyse. bu linkte hepsi.

breh breh



katılıyor muyum? gülmekten katılırım ancak.

şaka şaka.

Saturday, February 23, 2008

batmobil gerçek olmuş

batmobil gerçek olmuş. sıra batman'i bulmaya kaldı. sonra da robin'i buluruz. takımı topluyoruz. kezman esprisi falan yapmayın. ben yeterince iğrenç espri yaptım zaten. şu alttaki de çizim versiyonu:
aslında bu batmobil sadece 1989-1992 yılları arasında kullanılmış, batman returns'ten sonra da emekliye ayrılmış. ama batmobile history'de yazılanlara göre en fazla bilinen batmobillerden birisiymiş. bu arada batmobile history güzel site, gidin bakın derim.

adamlar onca tasarım yaparken benim şu yazının tasarımını yapmak için iki saat uğraşmama ne demeli peki?

Wednesday, February 13, 2008

jamario mooon!


çok pis raptors taraftarıyımdır ben. bileğimi kesseler kanım kırmızı akar. o derece. raptors bir nba takımı bu arada. nba de... off neyse. bu sene raptors taraftarlarının daha fazla heyecanlanmasına sebep olan bir adam var: jamario raman moon, ya da daha bilindik ismiyle jamario moon, hatta spikerlerin maçta genellikle söyledikleri şekilde; jamario mooooooon!

moon nba'e adımını bu sene başında attı. 27 yaşında ve daha önce abuk sabuk liglerde oynamış olması nedeniyle raptors taraftarları olarak bu transfere önce kuşkuyla yaklaşmıştık ama hepimizi yanılttı. inanılmaz atletizmi sayesinde bastığı smaçlar ve koyduğu bloklarla toronto'da vince carter gittiğinden beri bir türlü doldurulamayan atletik, spektaküler oyuncu boşluğunu bir nevi doldurmuş oldu. hakikaten, bu şehir ondan beri böyle atletik oyuncu görmemişti, belki fred jones, o kadar. zaten şimdi de sırada smaç yarışması var. heyecanla bekliyoruz...

smaç yarışmasında yapabileceklerinini göstermesi açısından:
http://boss.streamos.com/wmedia/nba/nbacom/allstar/2008/moon_dunk_voteforme.asx

-spoiler-

-spoiler-

not: yapar mı yapar valla, "ne kadar yükseğe zıplayabiliyorsunuz?" sorusuna "ne kadar zıplamam gerekirse" cevabını vermiş, eski harlem globetrotters oyuncusu bir adam bu, en iyisi bekleyip görmek...

Saturday, February 9, 2008

gerçek bir hayalet

korkutucu gözüküyor:



yok yok şu photoshop saçmalıklarından değil, yalnızca...

Saturday, January 26, 2008

komik şeyler

"hortumun yutamadığı araba"


"risk nedir?/delilikle ölüm arasındaki iki terlik"

"otoparktan otoparka nakliyat"

bunu da şirinlik olsun diye koydum.

Friday, January 25, 2008

ronnie james dio


ronnie james dio'yla ilk defa the temple of the king ile tanışmıştım. sesiyle demek daha doğru olur sanırım. ya da şarkının insanı etkileme gücünü göz önüne alırsak "ronnie james dio'yla ilk defa temple of the king'de tanışmıştım" demek en doğrusu olabilir. açıkçası o zamanlar müziğin büyüleyiciliğine çok fazla kapılıp pek de farkına varamamıştım bu mükemmel sesin. sonraları bu şarkıyı dinleyerek gülümsedim, bu şarkıyla kendimi iyi hissettim, bu şarkıyla ağladım, falan filan. hâlâ da yeri ayrıdır bu şarkının, hep de öyle kalacak sanırım. işte bu şarkı rainbow'u fark etmemi sağladı. rainbow sayesinde de nihayet ronnie james dio'yu fark ettim. onun sesini dinledikçe diğer vokalistlerin sesi daha kötü gelmeye başladı kulağıma. bruce dickinson, ville laihiala (evet, ville laihiala!) gibi o zamanlar "kulakların tanrısı" gözüyle baktığım adamlar ikinci sınıf vokalistler oldu bir anda gözümde (kulağımda mı deseydim ne).

peki kim bu dio? kahramanım(ız) ronald james padavona 1942'de italyan bir ailenin tek çocuğu olarak amerika'da doğar. daha çocuk yaştayken bazı rockabilly (eski bir rock alt türü diye geçiştireyim bunu da) gruplarında trompet çalar (ilk grubuna katıldığında daha 9 yaşında olduğunu söylemiş bir keresinde- adam olacak çocuk belli oluyor işte!). lisedeyken de the vegas kings diye bir grupta bas gitar çalar. sonra da bu grupta vokalistlik yapmaya başlar... bir daha da bırakmaz elinden mikrofonu. bu arada italyan mafya lideri john "dio" dioguardi'den esinlenip kendine dio ismini takar (dio italyancada tanrı demektir...)

sonra bu grubu bırakıp elf adında bir blues-rock grubu kurar. elf'teki performansı, o zamanlar deep purple'dan ayrılmış olan bir başka süper müzik insanı ritchie blackmore'un dikkatini çeker. blackmore, rainbow diye bir grup kurar ve dio da gruba katılır, vokalist olarak tabî ki.

rainbow... bu grup ve şarkıları hakkında sayfalarca yazı yazabilirim. dedim ya, dio'nun sesiyle bu grupla tanıştım. bir deep purple'ın bile önüne koyarım en iyi klasik/hard rock grupları diye bir sıralama yapsam. tüm şarkıları birbirinden güzel. hele dio dönemindekiler. ama en başta da yazıp durduğum the temple of the king, catch the rainbow, stargazer, man on the silver mountain, kill the king, long live rock 'n' roll gibi şarkılar mükemmele daha bir yakın sanırım.

dio bu grupta da fazla kalmamış, onun gibi mitolojiyle, efsanelerle kafayı bozmuş bir söz yazarına sürekli aşk şarkısı yazdırmaya çalışan ritchie blackmore utansın.

dio'nun bir sonraki durağı neresi mi olmuş? en büyük heavy metal efsanesi olduğuna inandığım ve tarihteki ilk heavy metal grubu olan black sabbath! kariyerinin doruk noktası.

doruk noktası demişken, black sabbath'la çıkardığı ilk albüm olan heaven and hell, sadece kendisinin değil, heavy metal'in de doruk noktası olabilir. albümdeki tüm şarkılar güzel, neon knights, children of the sea gibi şarkılar daha da güzel ama heaven and hell, die young gibi şarkıları tanımlayacak kelimeler kelime dağarcığımda mevcut değil henüz. bu arada, şu 1001 tane ismi olan ve benim horned hand demekte ısrar ettiğim "metalci işareti"ni bulan da bu adam. ( \m/ ) (yüzük parmağı ve orta parmak inik, başparmak yüzük parmağının üstünde). anneannesinin kötü ruhları kovmak için kullandığı geleneksel bir italyan sembolü/hareketi/neyse nesiymiş bu horned hand/devil's horn/her neyse.

dio black sabbath'ta da fazla kalmamış. okuduğum kadarıyla alakasız ve haksız bir şekilde gruptan atılmış ya da ben resmen ön yargılıyım bu konuda. gruptan atılmasının nedeni, gece kayıt odasına gizlice girip kayıtlarda kendi sesini yükseltmek bu arada. gruptan atılınca da yılmamış, kendi grubu olan dio'yu kurmuş. hatta sabbath'tan atıldıktan sonraki hislerini anlatan rainbow in the dark'ı yazmış, zaten süper (ve bir heavy metal kültü sayılabilecek) olan ilk dio albümü holy diver'a koymuş... rainbow in the dark, holy diver ve don't talk to strangers'la birlikte albümü uçurmuş... süper olmuş süper.

bu arada black sabbath dio'yu kovduktan sonra gittikçe kötüye gitmiş, en sonunda dio'yu geri çağırmak zorunda kalmışlar. dio da "büyüklük bende kalsın" demiş ve tekrar sabbath'ta vokalistlik yapmış. ama yalnızca bir albümlük. sonra da kendi grubunda devam etmiş.

dio bugün 65 yaşında (ya, bu arada bir şey söyleyeceğim, böyle vokalistleri/grupları/filmleri... falan filan gördükçe "keşke 20-25 yıl önce doğsaymışım" dediğim oluyor bazen ama o zamanın sıkıntıları da apayrı tabî. bu konu hakkında da bir şeyler yazmak istiyorum hatta bir ara). hâlâ da aktif olarak müziğin içinde. black sabbath'taki eski arkadaşlarıyla heaven and hell adı altında konser veriyordu, hatta bir turnede megadeth alt grupları olarak çıkmıştı. evet, megadeth, alt grup! ne sandınız?

son olarak, kendisinin dediği gibi, long live rock 'n' roll!

ve tabi ki, long live ronnie james dio!

Friday, January 11, 2008

politik durumlar


politikayı sevmem. ama ilgiliyimdir. yine de pek ilgili gözükmem. bir konuşma falan olunca insanların görüşlerini dinlerim sadece, normalde saçma sapan bir konuda dakikalarca saçmalayabilen ben konu siyasete gelince ağzımı açmam... genellikle.

sanırım iki sene önceydi, bir tabela (tabele değil) resmi çizmiştim. çok basit bir şeydi, "siyasete olan bakış açımı anlatıyor" diyebileceğim bir resim. kimbilir nerededir şimdi. birbirine zıt iki yönü gösteren iki tane ok, üzerlerinde "sağ" ve "sol" yazıyordu sadece. "tek boyutlu dünya" yazmıştım altına da, bırakmıştım öylece.

türkiye'de sağ-sol olayları yüzünden durmadan kan dökülen dönem geride kaldıysa da, gördüğüm kadarıyla hayat hâlâ tek boyutlu bazıları için. bir sürü örnek var bu konuda, en sağından tut da en soluna kadar. o zamanlar da iyice sıkılmıştım bu insanlardan.

son zamanlarda düşündüm de, aslında benim canımı sıkan, hayatları tek boyutta sıkışıp kalmış bu insanlar değil, bu boyutu inkâr edenler: apolitikler. "ben apolitiğim abi" diyen insanlardan bahsetmiyorum, onlara saygı duyarım, hatta baktım ortam müsait değil, ben de söylerim bu yalanı (ne kadar da kaypak bir insanım ama!). benim kızdığım insanlar, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar. pek bildikleri bir şey yoktur, duydukları ve inandıkları vardır sadece (ve iki küme de aynı şeyleri kapsar). ama sorsanız hepsinin bir siyasî görüşü vardır. hepsi biliyordur her şeyi, olan-biten her şeyden haberleri vardır. "üstümüzde oynanan oyunlar"dan "kurtlar vadisi'nin senaryosunun gerçekle birebir örtüştüğü"ne kadar bir sürü gerekli bilgiyi alabilirsin bu dahilerden. aydınlanırsın bir anda, pırıl pırıl olursun adeta. tabi sen de bu zırvalara inanırsan.

düşündüm de, ben niye parmaklarımı yoruyorum ki. insanlar kafalarını yormadıktan sonra. dünyayı ben kurtaracağım sanki. önce dünya beni kurtarsın, hep onun yüzünden oluyor bunlar!

p.s. son ve alakasız olarak, ekşi sözlükte yazar oldum bu son alımlarla. nick'im de moroff. ama pek bir şey yazamayacak bir modda olduğumdan, pek bir şey yazamadım (nasıl bir cümle oldu bu böyle?). aradığımı da nedense pek bulamadım, platonik bir aşka karşılık bulmuş gibi, "ee, bu muydu yani?" modundayım. şimdi bunu niye yazdım ben de bilmiyorum. yazar olduğumu duyurmaya çalışmamın sonucu falan filan herhalde. aman neyse. haydi iyi geceleeeer!

Sunday, January 6, 2008

ayın karanlık yüzü



ne zamandır buraya yazmadım. öylesine bir hevesle açmıştım zaten, kaldı öylece ondan sonra. şimdi de finaller geldi çattı. uzun bir süre hiç yazamayacağım sanırım. ben şimdi böyle derim, ama finallere çalışmam gerektiği yerde de buraya bir şeyler yazmakla uğraşırım kesin. hatta benim bu zamanlarda çalışmaya başlamam gerekiyordu belki de. hep böyle oluyor. hep böyle olmak zorunda mı ki? bir şeyi yapamayacağım zamanlarda yapmak istiyorum, kaybettiğimde değerini anlıyorum, falan filan. aptal insanların ortak hastalığı mı ki bu? haydi, farkındalıksız insanların diyelim.

ne yazmıştım başlığa? hah. ayın karanlık yüzü. hiç göreniniz oldu mu onu? görmediniz işte. ben de görmedim, hatta şimdi google images'te aradım, pink floyd albümünün kapaklarından başka bir şey bulamadım. uykum da var, kısa keseceğim. günlük hayatta da sadece aydınlık yüzünü gördüğüm insanlar var işte. hatta tanıdığım insanların çoğu böyle. aslında birisiyle samimi olmadıkça onun yanında herhangi bir üzüntünüzü belli etmek istemezsiniz. galiba bazı insanlarla samimiyet kuramadım yeterince ben de. ha, n'oluyor sonunda, ben de bütün gün gülümsüyorum. oysa ki hepimizin birer karanlık yüzü olduğunu biliyorum.

gülümseyen insanlar, buradan size queen'den the show must go on'u gönderiyorum. yeni türkü'den maskeli balo da olabilir aslında. tam karar veremedim.

Sunday, November 18, 2007

bissürü şarkı

http://www.swyzzlestyx.com/rockandroll/

bir sürü efsanevi pop rock, rock 'n' roll, heavy metal vb. şarkısı var bu klasörün içinde.

poison, led zeppelin, queen, metallica, ac/dc, whitesnake gibi grupların şarkılarını gördüm. daha yeni buldum, tüm şarkıları indiresim geldi.

sömürülesi.

Saturday, November 17, 2007

egzozun konumu



yorumsuz.

mosler mt900s

otomobillere pek ilgim yoktur ama bunu görünce ohannesburger dedim.

işte bu bir 2003 yapımı, fıstık yeşili mosler mt900s imiş:





galeri için:

http://www.autoblog.com/photos/lime-green-mosler-mt900s/489957/

bu modelden sadece iki adet üretilmiş, bir tanesi bu yani. LS6 V8 motor (eski tip oluyormuş), 435 beygirgücü, 0-100 km arasını 3,5 saniyede alma gibi özellikleri varmış... da ben zaten teknik özelliklerinde değil, görünüşündeyim.

mosler ismini daha önce hiç duymadıysanız, kendisi bir amerikan supercar üreticisiymiş:

http://www.moslerauto.com/

too lazy to be ambitious

too lazy to be ambitious,
I let the world take care of itself.
ten days' worth of rice in my bag;
a bundle of twigs by the fireplace.
why chatter about delusion and enlightenment?
listening to the night rain on my roof,
I sit comfortably, with both legs stretched out.
japon şair ryōkan taigu çok az biliniyormuş. ben de duymamıştım isimi falan zaten bugüne kadar. şu şiiriyse tam benim gibilere göre. japonca bilseydim de orijinalini okuyabilseydim keşke.

let the world take care of itself.

Friday, November 16, 2007

ilginç bir detay


yukarıdaki oyuncu milan'ın yıldız futbolcusu kaká, fikret engin'in deyişiyle "kaka leite". fotoğraf 2006-07 sezonundan alınmış sanırım, tam emin değilim. bana ilginç gelen kısım ise, forma sponsoru.

ac milan, italyan futbolunda 2005-06 sezonunun sonunda patlak veren şike skandalına karışan 5 takımdan biriydi. bunun sonucunda birdahaki sezona 8 puan geriden başlamasına karar verilmişti. falan filan.

kulüp bu cezayı aldıktan sonra ne mi yaptı? gidip forma sponsoru olarak bir bahis firması olan bwin'le 4 yıllık sözleşme imzaladı.

"biz şike yaptık, siz de bahis oynayın, iyice sıçalım içine futbolun" mesajı mı vermek istemişler ne.

çekmeyin kardeşim

W.A.S.P.'ın sitesinden:

"Dear fans, please DO NOT bring any cameras into the shows this fall as it is strictly prohibited to take pictures or recordings of the performance of W.A.S.P. Security Personnel at every venue will confiscate any cameras (including digital cameras and mobile phones with ability to record) from you before entering the venues Please respect this request and enjoy the evening with The Crimson Idol."

puhahaha. ben böyle bişey görmedim lan. blackie amcamız 50'sinden sonra bunamış herhalde. lisedeyken okulda kameralı cep telefonlarını yasaklamaya çalışıyolardı, o aklıma geldi.

blackieeee! bunu okuyosan topsun olm. bak sana ne diycem. birsürü albümünü, ıvır zıvırını indirdim internetten. hiç de para vermedim.

vay be.

somewhere back in time


ekstra bişey yazmama gerek var mı ki? adamlar mumbai'ye gidiyo (orası neresi lan?), türkiye'ye gelmiyo. ben böyle organizatörlerin.

(şeytan diyo git toronto'ya, hem bi raptors maçı izle, hem de konserine git. oh ne güzel. hayallerde yaşıyo birileri.)